İnsanoğlu olarak yüzyıllardır kendimize hep bu soruyu soruyoruz değil mi, neden ben? Başımıza bir şey geldiğinde, istemediğimiz bir davranışa maruz kaldığımızda, sevmediğimiz birisiyle aynı ortamda bulunmamız gerektiğinde gerek içimizden gerekse dışımıza vurarak bu soruyu soruyoruz kendimize. Neden ben sorusunu sormak bizi sanki bu konu hakkında kafa yoruyormuşuz gibi hissettirse de aslında çok kısır bir sorudur bu. gelin bu yazımızda bu çıkmaz sokak hakkında biraz düşünelim, beyin fırtınası yapalım.

Nereden Çıktı Bu Soru?

Dedim ya, yüzyıllardır insanoğlu bu soruyu kendisine sorup duruyor diye; sorunun kökenini bulmak maalesef imkansıza yakın. Ama bu bloğun takipçileri bilir, biz açtığımız konuları derinlemesine incelemek isteriz. Haydi o zaman başlayalım:

Hepimizin sahip olduğu bir benlik bilinci var. Buna kimimiz ego diyor, kimimiz özlük. Ne dendiği önemli değil elbette. Burada asıl konu bu kavramları ne için kullandığımızın ayrımına varabilmekte. Benliğimiz istediğimiz, istemediğimiz, sevip sevmediğimiz, kısacası bizi biz yapan her şeyin toplamıdır. Bu tanıma göre bizim için ters olan her neyle karşılaşırsak karşılaşalım, en kolay yolu seçiyor, hayıflanıyor, isyan ediyoruz. İşte tam da burada ilk aklımıza gelenlerden biri de Neden Ben? sorusu oluyor.

Bu sorunun en kolay yollardan biri olmasının en temel nedeni, çözüme değil, soruna odaklanması kuşkusuz. İnsan beyninin en rahat oldu an, düşünmeme anıdır ve bu yüzden bizler otomatik olarak bu tarz yollarda buluyoruz kendimizi. Biraz beynimizi zorlayıp o rahatlık ve konfor alanından çıktığımız zaman göreceğiz ki bu soruyu sormak yerine yapılabilrcek çok şey var. İşte bizim beynimiz de ne kadar çok şey olduğunu biliyor ve bu yüzden konfor alanını bırakmak istemiyor.

Kendimize Zarar mı Veriyoruz?

Bu sorunun en tehlikeli yanı da bizi isyana teşvik etmesi. Neden ben sorusunu soran herkes aslında bilinç altından şunları geçiriyor:

Ben bunları hak edecek bir insan mıyım?

Bana neden bunlar reva görülüyor?

Ben bu hallere düşecek insan mıydım?

İnancınız ne olursa olsun bunlar kesinlikle isyan cümleleridir ve bu tarz cümlelerin en büyük numarası kendinizi asla isyan ediyormuş gibi hissetmemenizdir. İsyan etmek, başımıza gelen durumları kabullenmek ve çözüm bulmaya çalışmak yerine bizden daha büyük bir varlık olarak kabul ettiğimiz Tanrı’ya karşı kendimizi aşağı görmek ve cezalandırıldığımızı düşünüp bunu kendimize yakıştıramamaktır. Bu tarz düşünceler bir kere inançlarımızın özüne aykırıdır çünkü insan, hangi inançta olursa olsun Tanrı’nın kendisini, kendi yaptıkları yüzünden cezalandırdığına inanır.

Daha konunun başında kendimizle çelişkiye düştüğümüzü fark ettiniz mi? Hem Tanrı’nın bizleri, bizim yaptığımız hatalar yüzünden cezalandırdığına inanıyor, hem de Neden Ben? sorusunu sorarak bu duruma isyan ediyoruz. İşte asıl zararı tam da bu noktada kendimize veriyoruz çünkü kendi inançlarımızı daha kendi içimizde çürütüyor, zedeliyoruz.

Gelin şimdi de asıl olması gerekene değinelim ve artık çorbaya dönen kafamızı birazcık toparlayalım.

Nasıl Ben?

Öncelikle kafamızdan bize Tanrı tarafından ceza verildiği algısını çıkarmamız gerekiyor çünkü yaşamımız her şeyden önce sebep sonuç ilişkisine bağlı. Başımıza geldiğinde Neden Ben? deyip hayıflandığımız her şeyin aslında bizden kaynaklanan bir sebebi var. Önceki başlıkta da konuştuğumuz gibi beynimizi konfor alanından çıkartıp bu sebebi bulmaya yönlendirmek ve bir an önce o hayıflandığımız konudan kurtulmak gerekiyor.

Gelin bu konuyu bir örnekle pekiştirelim:

Yarın katılmanız gereken bir iş toplantınız olduğunu varsayalım. Toplantıya gitmek için kendinizde bir türlü istek bulamıyorsunuz ve patronunuzu arayıp bir bahane uydurarak katılamayacağınızı bildirdiniz. Patronunuz da buna karşılık olarak sizin yerinize aynı pozisyonda çalıştığınız bir arkadaşınızı davet etti. Toplantıda öyle bir konu konuşuldu ki o yerinize çağırılan arkadaşınız için büyük bir fırsat oldu ve kendisini patronuna kanıtlayarak sizden bir seviye üst mertebeye yükseldi.

Ertesi gün işe gittiğinizde arkadaşınızdan, üstelik iki gün öncesine kadar birlikte çalıştığınız arkadaşınızdan emir almaya başladığınızı fark ettiniz. Hemen başladınız isyanlara ve Neden Ben? sorusuyla kendinizi yiyip bitirdiniz.

Ne oldu şimdi? Tanrı mı sizi cezalandırmış oldu yoksa siz bunu kendiniz mi istediniz? Size bu yapılan, Neden ben? diyebileceğiniz bir durummuydu yoksa siz bunu kendi başınıza mı sardınız?

Kendiniz yaptınız. Hani o toplantıya gitmek istemeyişiniz, patronunuza uydurduğunuz bahane… Sıkıntı da işte tam da bu noktada sevgili okurlarım. Bizler kendi yaptıklarımızın cezasını kendimize çektiriyoruz. Ondan sonra da hep Neden Ben? diyor, kendimizi bir de böyle yiyip bitiriyoruz. Asıl sormamız gereken soru elbette ki Nasıl Ben? olmalı çünkü bir şeyin neden başımıza geldiği kadar, nasıl başımıza geldiği de önemli. Bizler hep nedenlere takılıyor fakat nasıllarla hiç ilgilenmiyoruz.


Başımıza gelen her ne olursa olsun bunu kendimiz istiyoruz. Kabul etsek de etmesek de rahat olduğumuzu zannettiğimiz durumlardan kendimizi sıyırıp da yaşamımıza yön vermediğimiz sürece hep Neden Ben? sorusuyla boğuşacak ve daha en baştan kaybedeceğiz.

Bir sonraki yazımızda görüşmek üzere. Görüşlerinizi yorum olarak aşağıya bırakın ve bu yazıyı sevdiklerinizle paylaşın. Bir kişinin Nedenlerden kurtulup Nasıllara sarılmasına da siz yardım edin.